herkes
her şey
yerli yerine oturacak da
sevda kalacak ayakta
ondan korkuyorum
Editör ve Uygulama
Esra Altundal
Kapak resmi
Oktay Elipek
NOT: Kitabın basılı yayımlanmış bir hali ya da yayımlanması planı yok. Tamamını websitesi üzerinden(sayfayı aşağı doğru kaydırarak) okuyabilirsiniz.
Burak Altundal
1982 yılında anne babası öğretmen olan beş çocuklu bir ailenin ikinci erkek çocuğu olarak dünyaya gelmenin hiçbir ilginç tarafı yoktu. Yine de dünyaya geldi. Becerebildiğince yaşamayı ciddiye aldı.
Zaman zaman bir mümkünün kıyısında durmaya çalışmak dışında; okumaya, mühendislik etmeye, gezmeye ve insanı dert etmeye devam ediyor.
herkes
her şey
yerli yerine oturacak da
sevda kalacak ayakta
ondan korkuyorum
bir iki satır okur
kahve söyleriz
-sakınırız rakıyı bu muamma kayıtsızlıktan-
kelime karalar, şiir oynarız
ne yaparız?
yağmur kararsız
yağmur yılışık
ıslanmakla ıslanmamak arasında
ne yaparız?
bekleriz canlanmasını
saçak altının, kahve köşesinin
belleğe çentilmiş halinin
yürümekle durmak arasında
ne yaparız?
eller atkı aranır
burunlarda ıhlamur kokusu
bu yutkunurkenki acıyı
soğuk algınlığına yorarız
nasıl geçiyorsa salyangozlar
ağır ağır
ayak izleriyle
geçiyorsun sen de
geliverdi yazın sonu
hazırlanıp çıkıncaya kadar
kalakaldık
nasıl kalıveriyorsa ayazda
bir kertenkele
kimi gülüşleri unutmak
mümkün olmadığından
“yadsımak” girdi dillere
“alışmak” da
aynı köktendir
uzayan
uzadıkça yoksunluğa dönüşen
nadas da
üretim biçimidir
yalnız çiftçilerin değil
şairlerin de bildiği
karşılığını sözlüklerde usulca aradığım
bahar gelirken mi gitmen
daha kediler bile doğurmamışken
erkenci kiraz çiçeklerinden topladım
doldur ceplerini
hasret hüznü olgunlaştırır
belki kirazları da
sorma
neden
nasıl
ne zaman
sorma
bilen yok
sesin
ilişti kulağıma
yürüdüm geldim
elimde
yorgun bir virgül
yerini bilmediğim
geç mi kaldım
neresinde soluklansam cümlenin
erken mi
geldim
alıcı
bekledim
uzun uzun
- zaman ölçüldükçe uzar -
kızgınlığım
sorumsuz postacılara
sanmadım
öyle istedim
yakıştıramadım
yazılmamış olmayı bazı mektuplara
postacı
geç gelmiş bir mektup
yine de gelmiş sayılır mı?
sordu bunu kendine postacı
tekrar tekrar sordu
teslim alanın yüzünden anlarım
- diye geçirdi içinden -
adrese doğru yürürken
- öldü mü?
- geçen yıl mı?
bir an duraksadı, postacı
ne anlatabilir bir ölü bi mektuba?
sormadı bunu kendine
tekrar tekrar sormadı
basarken mührü
iade kısmına
not düştü zarfın kenarına
gönderen için
“geç varmış bir mektup, erkenden de geç kalmış olabilir”di
insanın aşktan gitmesi
yalnız iki insanın inandığı bir peygamberin
katledilmesidir
değişmesi miladın
bir kere daha
değişmesi, geçmiş gelecek bütün takvimlerin
anız yakarken
göğün tutuştuğu
-hasatsız-
yazdan geriye
cepsiz pantolonlar kaldı
çocuklara
anımsamasınlar diye
gecedir
yürünür
varılmaz
bilinir
varılamayacağı
ve
yük olduğu
bilginin
yalnızlık
yol boyu
uzayıp
gitmektedir
- varsa - söylenecek
duyan
kulaklar için
- bile - dinlemek
insan ömrüncedir
gecedir
bilinir
yürünür
varmak, bazen
varmadığını anlamak biçimindedir
düşeyazdı
düşmedi, düşledi
düşü yazdı
sevgilim
yol yorgunluğum
mezar taşlarına benziyoruz
yan yana
suspus
kimsenin anlattığı yok
gömdüklerini
Tomris’le Turgut’u çıkar
Simone’la Sartre’yi de
kalanlar sevgilisi ile bekleyecek aşkı
insanız hepimiz
biraz da mezarlık bekçileri
sevgilim
ikimiz de anlatmayacağız
bildiklerimizi
“kandırılmanın iki yolu vardır, biri doğru olmayana inanmaktır, diğeri doğru olanı reddetmektir” – Soren Kirkegaard
dünyanın ikiye bölündüğü o yaz
anımsıyor musun
bırakıvermişti sardunyalar kendilerini
cumbalardan aşağı
vazgeçmenin çiçekçesi
vantilatörler can havli ile dönüyordu
anımsıyorsundur
adam akıllı bunaldık o yaz
ol’malar söylendiğiyle
- yaz boyu uyuyamamıştık -
vantilatörler döndüğüyle
kaldı
gülüşün insan öldürebilir
saat ona on vardı
vardın
eski bozuk bir saatti yürek
kalktın onu onardın
yol orada sevgilim
yorgun atlar taşıyor seni
adını anmadığım şiirlere
soluk soluğa
sağrılar kan içinde
öyle
eşkıyalar
çaput bağlar
at nallarına ve yüreklerine
susmak gerektiğince
öyle
hepimiz ilkokulda öğrendik
toplaya toplaya gidilen yerlerden
eksile eksile dönüldüğünü
öyle
en güzel şiirleri
sana yazarken
biri kalktı vurdu atları tek tek
ithaflarına gelince
sağrılar kan içinde
serilmişiz
tel üstü mandalsız
yaşamıyoruz, bekleşiyoruz
her an
biri kalkıp gidecek
kalanlar kaçışacak
KİMSE KIPIRDAMASIN
ne olur
sana çok uzun bir şey söyleyeceğim
seni seviyorum
nereden başlasak gitmeye
yaptıklarımızdan mı?
-ki- ne yapsak yadırganmazdı
yapmadıklarımızdan mı?
sana her şey yakışıyor
yakışıyor da
ne yapsak şimdi
susmanı değil de
susturmanı bütün nehirleri
melih'e
bir ömür alacağın var
biliyorum
ne yapsam
- sevmek dahil -
yazsam da
ödeyemeyeceğim
gün
ü
s
t
ü
n
e
y
ı
k
ı
l
ı
y
o
r
şehrin
gel
yine gel
beni bekleme
gelmem
gelemem
hiç gitmediğim yerlerden
um beni
bekle
soracaksın
kendine
bana
yaşama
sor!
kimsin?
ben senin umduğunum
yazık
çünkü
hazırdı
herkes
ol’maya
*olmak ya da vurmak öldürmek
usul usul süzül
taşlığı geç
söktüm kapıları gıcırtılarından
saat ona on var daha
dokuzdan önceki on
yatırdım kum saatini
duralım biraz böyle
dökmeyelim yaprağını
Şikago’da açmış bir söğüdün
sığmıyorsak da gölgesine
sevgilim
tut ağzını nehrin
dökülüyorsa yanlış bir denize
akrebin yelkovana kavuştuğu, an
saatler, anlardan uzun
gitme
duralım biraz böyle
yalnız sen dönüştürebilirsin
durmayı beklemeye
*Şiirin ilk versiyonu Sözcükler dergisinde yayınlandı, şaşarsun
sevgilim
yazıldıkça eksilen bir şiir düşün
yazdıkça kendi sonuna giden
ben
gittikçe
ufukta
küçülmeyen
sensin
Betül için, Fin.
şimdi ben bu pazar gününün öğleden sonrasında
havuç mu soyuyorum
kazı kazan mı oynuyorum
derimi mi yüzüyorum
sadece üzülüyor muyum yoksa
ne çıkacak bu havucun içinden
havucun içinden başka
bu sızı nereden geliyor
söylesene
soyduğum sadece havuç
yaptığım sadece makarnaysa
çarliston biberler tamam
etin yağlarını ayırdım
tavayı ocağa koydum
makarnayı çıkardım
suyunu koydum
soğanı doğramadım
gözlerim doluyor
belki de en başında söylemeliydim
söylemedim mi yoksa
en başından beri söylüyorum oysa
yani bu pazarlar sadece gün
bu makarnalar sadece yemek
bu vapurlar sadece karşıya geçiyorsa
ben seni bi’ pazar sabahı 10:15 vapurunda gördüm de
vaktiyle Süreya’nın da bindiği
makarna yaparken görmedim ki hiç
bir adın vardı senin, Cansever'in de andığı
adını yenile
adın on olsun
dokuzdan sonraki on
soğanları hala doğramadım
gözlerim doluyor
niye doluyor gözlerim
söylesene
makarnanın adı senden geliyor
şiirin mi demeliydim yoksa
adını anmayacağım
güzel yemek yapıyormuşsun
öyle anlattılar bana
diğer sen’lerin de adlarını anmayacağım
“sen beni seversin” demiştin
yemek yapan insanları sevdiğimi söylediğimde
dememiş miydin yoksa